Alican Sadıç

Çeşitli konulardaki yazılarımı paylaştığım kişisel siteme hoş geldiniz.

Kitap Yakalayan Kapan

Kitapları incelediğimiz blogumuzu ziyaret etmek için tıklayınız.

Haklarınızı Biliyor Musunuz?

Tüketici Hakları blogumuzu ziyaret etmek için tıklayınız.

Resim Galerimiz Yapım Aşamasında

Çektiğim resimler arasından paylaşmaya değer gördüklerim...

Yazarlardan Alıntılar (Yapım Aşamasında)

Kitaplardan altı çizilesi satırlar...

1 Ağustos 2016

Hayalperest Yorumlar !

Açıklama:
Aşağıdaki yazıyla İzmir İl Milli Eğitim Müdürlüğü ve İzmir Esnaf ve Sanatkârlar Odaları Birliği tarafından yürütülen "YEŞİL EV" projesi kapsamında 2011 yılında düzenlenen temiz ve yenilenebilir enerji konulu resim ve kompozisyon yarışmasında kompozisyon dalında il ikinciliğine layık görüldüm. Yan tarafta bulunan fotoğraf da yine 2011 yılındaki ödül töreni öncesinde düzenlenen sergide çekilmiştir.

Hayalperest Yorumlar !

Simsiyah bir sema… Ve bir kıvılcım parladı gökyüzünde. Umutsuzca yukarıya bakan çocuğun gözlerinden bir yaş daha aktı. Bir kıvılcım daha ve sonra bir daha, bir daha… Bunu yine aynı gözyaşları izledi ve sonunda yanağında bir akarsu oluştu. Devamlı akan, hiç durulmayan bir akarsu… Görülmeyen biri duyulmayan bir sesle bir şeyler söyledi. Yalnızca o masum çocuk kalbiyle onu gördü, duydu ve hissetti. Ağlaması daha da arttı. Tâ ki yanaklarından akan nehri ele geçirmeye de biri gelene kadar…

Bu hikayenin hayal ürünü olduğu sizce de çok açık değil mi? Gerçek anlamda bakarsak, ne gözyaşlarından bir akarsu oluşabilir ne de görülmeyen biri duyulmayan bir sesle bir şeyler söyleyebilir. Ancak gelecekte su savaşlarının yaşanabileceği de bir hayal ürünü mü sizce? Dünyayı kirleten enerji kaynaklarının bir gün tükeneceğini hesaba katarsak bu varsayımımızın görüp duyduklarımızdan bile gerçek olduğunu anlarız. Böyle giderse küresel ısınma kaynaklı susuzluktan önce enerji için su savaşları çıkacak. Öyle ki suyun yenilenebilir enerji kaynaklarının en temeli olduğunu göz önüne aldığımızda her geçen gün kaçınılmaz sona yaklaştığımızı daha da net bir şekilde görmüyor muyuz? 

Ben su olayına yalnızca çevre kirliliği veya küresel ısınma açısından bakmıyorum. Ben suyu enerji olarak, hayat olarak yani yaşamın kaynağı olarak görüyorum. Su öyle bir madde ki bize hayat ve sağlık sunmakla kalmıyor, bu hayatı kaliteli sürdürebilmemiz için bir enerji kaynağı da oluyor. Hem de dünyayı kirletmeden, kaynağını aldığı doğaya ihanet etmeden, tertemiz bir şekilde… 

Yalnızca su mu böyle? Rüzgar, Güneş, Dalga ne güne duruyor? 

Alaçatı’ya daha önce gittiniz mi bilmiyorum ama eğer gittiyseniz o rüzgar türbinlerini her gördüğümde yaşadığım duyguyu sizin de yaşadığınıza eminim. Bu duyguyu tarif edemem. Her şeyi içeren bir his… Ama en baskını “bize kucak açan tabiat anaya ihanet etmemenin verdiği mutluluk”… Hatta -sebebini bilmesem de- özgürlük bile var bu duygu bütününde. Rüzgarı delip geçen kanatlara “Çeşme’nin Kızları” diyorlar. Nazlı bir kız gibi salınırken dimdik de ayaktalar. Rüzgar ve rüzgar gülleri… Birbirlerine karşı hırçın olsalar da diğeri yokken bir işe yaramayacağının bilincinde ikisi de.

Bize hayat veren doğa zaten bizim enerjimizi de ayarlamış. Hep düşünüyorum da; “İnsanoğlu ne demeye petrolü, kömürü, doğalgazı başına bela etmiş?” Daima kullanabileceğimiz, hatta torunlarımızın torunlarının dahi kullanabileceği kaynakları, rüzgarı, güneşi bırakıp bugün yarın bitiverecek fosil yakıtların peşine düşmüşüz? Ve neden böyle yapıp kalitesiz bir havayı solumaya mahkum olmuşuz? 

Bunun bir nedeni de temiz enerjinin pahalı olması mı acaba? 

Şöyle yaygın bir kanı var: ‘Temiz enerji pahalıdır.’ Bunlar başta çok pahalı gibi görünebilir. Ancak barajı inşa ettikten sonra hidroelektrik enerjisinin ne maliyeti olabilir ki… Ya da türbinleri kurduktan sonra rüzgar tarlasının… Bedava mahsulleri topla gitsin. Aynı şekilde panelleri monte ettikten sonra da güneş enerjisinin bir masrafı olabilir mi? 

Ama petrol öyle mi? Petrolü bulmak bir dert, çıkarmak ayrı bir dert, işlemek başka bir dert, dağıtımında çıkacak aksilikleri önleyip dağıtmaksa bambaşka bir dert. İşlenirken rafinerilerden çıkacak pislikleri saymıyorum bile. Hem siz hiç, barajın patladığını duydunuz mu? Oysa nükleer santraller, petrol kuyuları her an patlamaya hazır bir bomba. Baraj göllerinde balıkçılık bile geliştirilebilir. Yani bir nükleer santralin, kurulduğu bölgeye zararları saymakla bitmezken, bir hidroelektrik santralininse yararlarını sayarak bitiremeyiz. 

Ne yazık ki ülke olarak enerjide dışa bağımlıyız. Haritayı elimize alıp teorik olarak ülkemiz coğrafyasını incelediğimizde “Asla olmaz.” diyeceğimiz olay, pratikte başımıza gelmiş durumda. Üç tarafımız denizlerle çevrili, güneş ışınlarını pek çok ülkeden daha yüksek açılarla alıyoruz, engebeli bir araziye sahip olduğumuz için hidroelektrik potansiyelimiz yüksek, ılıca ve kaplıcalarımızla meşhuruz ama aynı zamanda enerjide dışa bağımlıyız. Tuhaf. Tuhaf ama gerçek! Çünkü güneşi, suyu, denizi kullanarak enerji üretmiyoruz, üretmeyi özendirmiyoruz. Ülke olarak yapamasak da bireysel olarak her eve bir güneş paneli takılsa olabilecekleri bir düşünsenize. Bu düşüncemizi daha da ileri götürelim. Bilinçli mimar ve müteahhitlerin elinde yeni yapılan her evin yeşil bina standartlarıyla yapıldığını bir düşünelim. Bambaşka bir Türkiye, apayrı bir dünya hayal ediyorsunuz, değil mi? Tertemiz bir dünya ve kaliteli bir hava… 

Bence, doğaya yeniden gelebilen, yine oluşabilen şeylerden korkmayacaksın. Mesela su, yağmurla geri geliyor; rüzgar, basınç farkında hemen oluşuyor; güneş öyle, dalga da öyle… Ancak bugün her şeyin temeli yaptığımız petrol öyle değil. Bir gün bitiverecek ve biz -eskilerin tabiriyle- “elim hamur, karnım aç” misali dımdızlak ortada kalacağız. Büyük çabalarla temiz enerjiye dönmek için uğraşacağız ama temiz enerjinin temeli olan su nerde? Petrolün sebep olduğu atıklar küresel ısınmaya, küresel ısınma da susuzluğa neden olmuş olacak ve ülkeler su bulmak için milyonlarca çocuğu ağlatmaktan hiç çekinmeyecek. 

Ben bir senarist değilim ve burada bir felaket senaryosu da yazmıyorum. Sadece gidişata göre geleceği yorumluyorum. Yorumlarımdan bunları çıkartıyorum ve çocuklarımın gözyaşı nehirlerini birilerinin ele geçirmesinden korkuyorum.
Alican SADIÇ

Okul Dergisinde (2011 Mayıs)